Çocuk yetiştirmenin kültürel doğası üzerine düşünceler: Bebeğimize Fransız kalabilir miyiz?

Serhat Yetimova (Dr.)
3 min readDec 28, 2022

--

Kitabı tüm anne ve babaların okumasını okuduysa tekrar okumasını tavsiye ederim

Amerikalı gazeteci Pamela DRUCKERMAN’ın kitabında aktardığı deneyim ve gözlemlere göre, Fransız aileler çocuk yetiştirmeyi profesyonel bir iş olarak görmüyorlar. Modern Fransız pedagojisinin mimarı Françoise Dolto’ya göre çocuk akranlarıyla sosyalleşerek, kendi kendine keşfederek bağımsız şekilde büyümeli. Bunun için zaman ve mekân sınırları önceden çizilmiş bir alan vermek yeterli çocuğa. Sonrası, bolca konuşma, diyalog ve uzaktan takip. Çocuklarla “doğumdan önce ve itibaren konuşarak iletişim en etkili eğitim tekniği”. Nasıl başlıyorsa öyle gidiyor sistem. Dolto’ya göre çocuklar her yaşta konuşulanları çok iyi anlarlar. Onun için her türlü duygu, olgu ve olay çocuklara anlatılabilmelidir. Çocuklar da kendini ifade edebilmelidir. Aynen yetişkinlerde olduğu gibi. Çocuğun gündelik yaşamındaki boşluklarda sıkılması da iyidir, yaratıcılığı, hayal gücünü ve kendi yaşamını planlama becerilerini geliştirir Dolto’ya göre. İyi bir kütüphane, az sayıda oyuncak bu bakımdan yeterlidir. Benzer şekilde Fransız anneler doğumdan kısa süre sonra kendi özel hayatlarına, yetişkin, profesyonel, bohem ve kadınsı dünyalarına hızlıca dönüş yapmayı bir hak, özgürlük ve deşarj alanı olarak görüyorlar. Bu sebeple uzun süre emzirmeye de karşılar. Bu dönüş olmasa sosyal statü ve yaşamlarının kalitesinin azalacağına inanıyorlar. Tabi Fransa’daki sosyal devletçilik anlayışının sunduğu ücretsiz ve nitelikli kreş-anaokulu eğitiminin varlığı olmasa bunları yapabilmek oldukça güç. Bu mesela Amerika’da yok. Çocuk eğitimi özel sektörün kapitalist merhametine bırakılmış durumda maalesef. Aileler de kendi çözümlerini kendileri üretmek zorunda.

***

Diğer taraftan Amerikan tarzı ebeveynlikse böyle değil. Amerika’daki kadınlar doğumdan hemen sonra işten ayrılmayı tercih ederek çocuklarına kendilerini sınırsızca adıyorlar. Çocuklar prens ve prensesler gibi yetiştirilmeye başlanıyor. Anneler arasında tatlı bir rekabet oluşuyor. Varsa yoksa onların! istekleri, arzuları, ihtiyaçları. Bu uğurda panik atak derecesinde çile çekmeyi kutsal kabul eden bir yaklaşımları da var denebilir Amerikalı annelerin. Çocukları bu korumacı, yönlendirmeci, kontrolcü ortamda profesyonel bir ilgi ile yetiştirmeyi tercih ettikleri söylenebilir. En iyi kurslar, etkinlikler, dil okulları, müzik, dans, spor etkinlikleri derken çocuğun neredeyse tüm haftası programlanır hale geliyor. Tüm bunlar Amerika’daki rekabetçi kültürün birer izdüşümü aslında. Derken çocuklar, çocukluklarını bile fark edemeden birer çocuk yetişkine dönüşüyorlar. Çoğunlukla da stresli, mızmız ve de huysuz kişilere. Amerika’daki sosyal devlet anlayışının olmayışı, kreşlerin niteliksizliği, iyi okulların pahalı oluşu, anaokulu ve benzeri kurumlardan çalışanların alelade öğretmenlerce idare edilişleri ve pedofili gibi riskler ailelerin burada daha kontrolcü olmalarına etki ediyor ama asıl neden rekabetçi kapitalist sistem dinamiği.

***

Çocuk yetiştirmenin kültürel doğası Jean-Jacques Rousseau’dan beri derinlemesine tartışılıyor. Türkiye’de de dedem-ninem usulü Anadolu pedagojisi şeklinde bir yaklaşım olmakla birlikte, karma yöntemleri uygulayanlara, sosyal medyanın etkisiyle tipik Amerikan tarzını çokça benimseyen ailelere veya büyük bir kontrolsüzlük içinde saldım çayır mevlam kayıra yaklaşımına sıkça rastlamak da mümkün. Fransız tarzı bir özgürlük anlayışına direkt sahip olmasam da karma yöntemlerin işe yarayabileceğini düşünenlerdenim. Tek bir doğru yok. Balzac’ın dediği gibi şartlara göre karar vermek en doğrusu sanki. Bir gazeteci olan Pamela DRUCKERMAN da kitabında karma yöntemi benimsediğini gösteriyor ve anlattıklarını dinleyince kültürlerin doğasını keşfetmenin hazzını yaşamakla birlikte farklı kültürlerde eş zamanlı yaşamanın hem zorluklarını hem de avantajlarını fark ediyorum. Mesela iş disiplininde Almanlara, edebiyat ve sanat yönünde Fransızlara, beslenme alışkanlıklarında Japonlara, insan ilişkilerinde de Türklere benzese fena olmaz sanki :)

François Dolto’nun aziz hatırasına terennümle

--

--

Serhat Yetimova (Dr.)

Doğuştan gazeteci. Sinema tutkunu. Yeryüzü Kaşifi. Seyyah. SAÜ Öğretim Üyesi. (Congenital Journalist. Cinema enthusiast. Voyager. Teaching staff at SAU)